728x90 AdSpace

Esrarengiz Tarih
Duyurular .....Sitemize Hoş Geldiniz.....
16 Kasım 2014 Pazar

Merhamet İçin Varız

01:27
Yüce Rabbimiz, insanı  en güzel şekilde yarattığını bildiriyor. Bu en güzel şekil, sadece insanın beden özellikleri değil, aynı zamanda sahip olduğu bir çok güzel meziyet ve faziletleri de kapsar.
Bu meziyet ve faziletler bütün insanlarda öz olarak bulunur ve ancak manevi terbiyeyle geliştirilip hayata hakim kılınabilir. Bilindiği gibi, bu meziyetlerin büyük bölümü diğer insanlarla ilişkiler çerçevesindedir.
Yeryüzünde topluluk olarak yaşayan tek varlık insan değildir. Canlı türlerinin çoğu topluluk olarak yaşar. Fakat bu canlı topluluklarının üyeleri arasındaki irtibat ve bağ onların kendi tercihleri değildir. Yaradılışlarından kaynaklanan bir zorunluluktur. Yaratıcı’nın koyduğu irtibat ve bağı değiştirme, bozma veya reddetme iradesine sahip değiller.
Oysa dünyada hürriyet sahibi tek varlık olarak yaratılan insanoğlunun, üyesi bulunduğu toplumla ilgili vazifeleri kendi iradesi altındadır. Yani insan, ailesi, akrabaları ve yaşadığı topluma karşı vazifelerini yapıp yapmama konusunda tercih sahibidir. İşte bu noktada sahip olduğu meziyet ve faziletler devreye girer. Çünkü insan başıboş bırakılmamıştır. Tercihleri, hem dünya hem de ahiret hayatında belirleyici rol oynar.
Yüce Allah,insanın yaradılış mükemmelliğine uygun yaşayabilmesi için takip edeceği yolu bildirmiştir. Seçtiği peygamberler aracılığıyla da bu yolda nasıl yürüneceğini göstermiştir. Artık insanoğlunun önünde iki tercih vardır: Ya Rabbinin çizdiği yolda yürüyecek, bu dünyada insan olmanın hazzıyla yaşayıp ebedi alemde sonsuz nimetlere ulaşacak. Ya da iç aleminde ve toplum hayatında bunalımlarla geçirdiği bir ömrün ardından ebedi mahrumiyetle yüz yüze kalacak. Allahu Tealâ, “Biz insana yolu gösterdik. İster şükreden olsun, ister nankör!” (İnsan/3) buyuruyor.
Din-i Mübinimiz bu yolu açıklarken, iki hukuka dikkat etmemiz gerektiğini bize öğretiyor. Bunların birincisi Yaratıcımız’la olan hukukumuz. Bu hukuk, özetle O’na hiç bir varlığı ortak koşmamak ve emrettiği şekilde kulluk etmektir. İkincisi ise insanlarla olan hukukumuzdur. Rabbimiz, kendisine kullukla ilgili kusurlarımız konusunda merhamet ve şefkatinin çok engin olduğunu bildiriyor. Ancak kul hakkı söz konusu olduğunda, mağdur affetmedikçe kendisinin de bağışlamayacağı konusunda uyarıyor.
O halde inanan bir insan olarak, önce ailemizin ve akrabalarımızın, sonra komşularımızın ve diğer bütün insanların haklarına dikkat etmemiz gerekiyor. Bu haklara riayet ettiğimiz ölçüde fert ve toplum olarak Rabbimizin hoşnutluğunu kazanma ümidimiz olabilir.
Kul haklarından söz ederken, hiç şüphesiz, ilk sırayı anne ve babamız alır. Onlar bizim varlık sebebimizdir ve hem ayeti kerimelerde hem de hadisi şeriflerde yorum kabul etmeyecek şekilde haklarına dikkat çekilir. Mesela Yüce Allah İsra Suresi 23’üncü ayette şöyle buyuruyor:
“Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyi davranmanızı emreder. Eğer ikisinden biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa, onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de hep tatlı söz söyle!”
Allah Rasulü A.S. da bizi şöyle uyarıyor:
“Anne babasının ihtiyarlığını gördüğü halde, bunlardan birine veya her ikisine hürmet ve itaatta kusurundan dolayı cennete giremeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün.”
Bu hadisi şerifi nakleden Ebu Hüreyre R.A., Efendimiz’in bu sözü üç kez tekrar ettiğini bildiriyor.
Böylesine şiddetli uyarılara rağmen, yazık ki günümüz dünyasında annebabalar sıklıkla ihmal ediliyor ve böylece büyük günaha düşülüyor. İnsanların bir bölümü, Peygamber A.S. Efendimiz’in, dinimize aykırı istekleri hariç, anababaya itaatsizliğin en büyük ikinci günah olduğunu bildirdiğini unutmuş gözüküyor. Ana-babasını incitebilen bir insanın diğer yakınlarıyla, akrabalarıyla, komşularıyla ve diğer bütün insanlarla ne ölçüde sağlıklı ilişkileri olabilir?
Evet, insanlarla aramızdaki hukukun en üst noktasında kendi ebeveynimiz bulunuyor. Sonra derece derece diğer insanlar yer alıyor.
İnsanlar arası münasebetlerimizde gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var: Ailemizde, işyerimizde, sokağımızda, yüzyüze geldiğimiz insanların kimileri bizim gibi düşünen ve davranan, kimileri de farklı insanlardır. Ancak aynı çevrede bulunduğumuz bütün insanlarla muhatap olmak, onlara iyi niyet beslemek, haklarını gözetmek, seviyelerine ve anlayışlarına göre konuşmak bizim vazifemiz.
Habibi Kibriya A.S. Efendimiz ve onun vârisi rabbanî alimler, insanlarla ilişkilerine son derece dikkat ederek, toplum içinde aşağılanan insanlara bile iyi davranarak, eşsiz bir rehberlik sunuyorlar. Dolayısıyla bizler de, aynı toplum içinde yaşadığımız insanların haklarına dikkat ederek örnek olma vazifemizi yerine getirmek durumundayız.
Bu vazifemizi ifa ederken, elbette iyi kimselerle olduğu gibi, kötü sayılan kimselerle de ilişkilerimiz olacaktır. Hiç kimseyi hor hakir görmeden herkesle insani münasebetlerimizi devam ettirmek esastır. İnsanlarla hoş geçinmenin, yumuşak davranmanın, mütevazi olmanın inancımızın bir gereği olduğunu bilmeliyiz. Bu, güzel ahlâkın en birinci esasıdır ve Fahri Alem A.S. Efendimiz bize böyle öğretmiştir.
O’nun şu sözleri nasıl bir mümin olduğumuz konusunda mihenk değil midir:
“Mümin, başkalarıyla iyi geçinen ve kendisiyle de iyi geçinilen kimsedir. Ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfette bulunulmayan kimsede hayır yoktur”.
Anlaşılıyor ki, İslâm sadece namaz ve oruç gibi belirli ibadetlerden ibaret değildir. Bu ibadetler kulun Rabbi ile arasında olan bir durumdur. Kişinin imanının ve ahlâkının kemalâtı, insanlarla ilişkilerinde ortaya çıkar. Doğruluk ve samimiyetiyle    kendini belli eder. “Din muamelattır.” hükmü hangi hakikata işaret ediyor dersiniz?
Hangi hadis kitabına baksak, Efendimiz A.S.’ın insanlara son derece yumuşak davrandığını, asla kabalaşmadığını, hiç katı kalpli, kırıcı ve ürkütücü olmadığını, hep affettiğini, merhamet ettiğini, korkutmadığını, hep sevdirdiğini görüyoruz. O Yüce Rehber’in ümmeti olarak bizlerin, O’nun bu davranışlarından alacağımız ders ve ibretler olmalı değil mi?
Unutulmasın ki, günümüz insanı dinimizin aslını bilmemenin sıkıntısını çekmektedir. Hal ve hareketlerini sevmediğimiz, yaşantılarını kınadığımız, kendilerini reddettiğimiz bu insanlar, hakiki manada İslâm’dan mahrum kimselerdir. Mahrum olanı mahkum etmek bize düşmez. Onların şahsiyetlerini hedef almak, kınamak bizim işimiz değildir.
Bizim asıl görevimiz, bilmedikleri hususları onlara öğretmek, sevdirmek, Allah’ı hakkıyla bilen ve tanıyan kişiler olmalarına yardımcı olmaktır. Rabbimiz’den onların da hayra kavuşmasını niyaz etmektir. Unutmayalım, bizler Rahman olan Allah’ın kulları olarak, ancak merhamet için varız.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

0 yorum:

Yorum Gönder

Sponsor

Esrarengiz Tarih
 
Footer'ı Göster