Sahabe, ashab, sahabi, sahib kelimeleri “sohbet” kökünden türemiştir. Sohbet, beraber olmak, yanyana bulunmak, aynı meclisi paylaşmak, birbirinden ayrılmamak; söz, beden, himmet ve yardım ile birisini desteklemek gibi manalara gelir. Bir şeyin mülkünü ve tasarruf yetkisini elinde tutan kimseye de yine aynı kökten gelen bir tanımla “sahip” denir.
Sohbet kelimesinden türemiş ashab, sahib gibi kelimelerle kurulan bazı tabirler, dini sahada sıkça kullanılmaktadır. Bunlardan “Asha-bu’l hadis” tabiri devamlı hadisle meşgul olan hadisçileri; Kur’an’da geçen “Cennet ashabı” ve “Cehennem ashabı” devamlı oralarda kalan kimseleri; “Ashabu’l-Yemin” amel defterini sağ tarafından alanları, “Ashabu’ş Şimal” tabiri ise amel defterlerini sol taraftan veya arkadan alan kimseleri ifade için söylenmektedir. Ebu Hanife ve ashabının görüşü şudur denilince, onunla görüşen, aynı meclisi paylaşan, kendisiyle aynı görüşte olan veya onu fikren destekleyen kimseler anlaşılır. Bazı alim ve arifler için kulanılan “Şeriatın ve tarikatın sahibi” ifadesi de yukarıdaki manalara uygun olarak söylenmiş olup; İslam’ı ve tasavvufu içi ve dışı ile yaşayan, koruyan, ayakta tutan kimse manasına gelmektedir. Ashab-ı Kehf, mağaraya sığınan, orada kalan, orayı seven ve yurt haline getiren kimseler demektir.
Yukarıda anlatılanlar, ashab kelimesinin çeşitli kullanım alanlarına sahip olduğunu belirtmek içindi. Biz burada “Ashab”, “Sahabe” veya “Sahabi” deyince ilk akla gelen manayı, yani Hz. Rasulullah (A.S.) Efendimiz’in ashabını tanıtacağız.
Alemlere rahmet kılınan Hz. Rasulullah (A.S.) Efendimizi dünya gözüyle görmüş, ona iman etmiş, onunla bir mecliste bulunmuş, onun nurlu nazarları altına girmiş ve bu iman ile dünyadan göçmüş olan müslümanlara “Sahabi” denir. Çoğulu “Sahabe” veya “Ashab”tır.
Bir müslüman, Rasulullah (A.S.) Efendimize baktığında veya Allah Rasulü (A.S.) kendisine nazar buyurduğunda, o kimsenin İslam’a hazır olan kalbi, Hakka yönelip istikamet buluyordu. Bu muazzam bakışın nuru kalbe yöneldiğinde, onda son derece yüksek bir ilahi şuur ve sevgi oluşturuyordu. Kalp, Allahu Tealâ’nın yeryüzündeki en büyük tecellisi olan Hz. Rasulullah (A.S.)’a yönelmekle, yakin ve kesin bir imana kavuşuyordu. Allah’ın Habibi ile gerçekleşen sohbet ve beraberlik, her mümine amelle ulaşılamaz manevi bir derece kazandırıyordu.
Sahabi olmak için Efendimiz’i sadece görmek değil, Onun davetine iman etmek ve bu iman ile ölmek şarttır.
Gözü görmeyen kimselerin sahabi olması için, bir kere olsun Rasulullah (A.S.) Efendimizin saadetli huzurunda bulunması ve onun âmâ olan kimseye nazar buyurması yeterlidir. Abdullah b. Ümmi Mektum (R.A.) bu sınıfa giren şerefli bir sahabidir.
Rasulullah (A.S.) Efendimize iman eden ve kendisiyle tek olarak veya gruplar halinde görüşen cinler de sahabeden sayılmıştır. Çünkü onlar da mükelleftir ve Efendimiz (A.S.) hem insanlara, hem de cinlere peygamber olarak gönderilmiştir.
Hz. İbrahim (A.S.)’in “Hanif” dinine mensub olduğu halde Rasulullah (A.S.) Efendimizi peygamber olmadan önce görenler veya dine davete başlamadan önce ölenler sahabi değildir. Hz. Hatice (R.A.) validemizin amcası Varaka b. Nevfel gibi.
Peygamber Efendimizi görüp önce iman etmiş, fakat sonra dinden çıkmış bir halde ölen kimseler de sahabi sayılmazlar. Ancak, Efendimize (A.S.) iman edip kendisiyle sohbet etmesine rağmen bir zaman sonra irtidat edip ölmeden tekrar dine dönenler, Allah Rasulü’nü yeniden görmeseler de sahabi sayılırlar.
Rasulullah (A.S.) Efendimizin vefatından sonra saadetli naşını gören müminler sahabi sayılmazlar. Çünkü, toprağın çürütmediği o saadetli naşı şimdiki insanların görmesi de mümkündür.
Rasulullah (A.S.) Efendimizle aynı asırda yaşadığı ve kendisine iman ettiği halde, saadetli yüzünü görmeyen ve kendisiyle bir mecliste bulunmayan kimseler de sahabi sayılmazlar. Hz. Veysel Karani ve Habeş kralı Necaşi (Rh.A.) gibi.
Rasulullah (A.S.) Efendimizle rüya ve keşif yoluyla görüşenler de sahabi kabul edilmez. Sahabi olmak için dünya gözüyle görmek ve bunun için uyanık bir halde olmak gerekir. Ancak sadık rüya ve sahih keşif yoluyla Rasulullah (A.S.) Efendimizin saadetli yüzünü görmek, kendisiyle konuşmak, gören kimse için büyük bir fazilettir, keramettir. (İbnu Hacer, Sehavi)
Sahabi olma konusunda erkek, kadın, hür, köle, büluğa erenler ve çocuk yaşta olanlar eşittir. Bu konuda millet ayırımı da yoktur. Efendimizin bağlı olduğu Kureyş kabilesinden olmakla, İran’dan gelmek arasında bu bakımdan bir fark yoktur. Sahabi olmak için birinci şart iman, ikinci şart Rasulullah (A.S.) Efendimizi görmek veya ona görünmek, üçüncü şart da bu iman ve sevgi içinde ölmektir.
Kendini mümin gösterip de, gerçekte münafık olanlar da sahabi değildir. İsterse Allah Rasulü (A.S.) ile senelerce beraber olsunlar. (İbnu Hazm)
Erkeklerden ilk sahabi Hz. Ebu Bekir, kadınlardan Hz. Hatice, çocuklardan Hz. Ali, azatlı kölelerden Hz. Zeyd b. Haris, kölelerden Hz. Bilal-i Habeşi’dir (R.Anhüm). Son vefat eden sahabi hicri 110 senesinde vefat eden Ebu’t-Tufeyl Amir b. Vasile’dir (R.A.). (İbnu’s-Salah)
Rasulullah (A.S.) Efen-dimizi gören sahabilerin en alt derecede olanı, kendisinden sonra gelen ve Efen-dimizi görmeyen kimselerden daha faziletlidir. Sonra gelenler, bütün hayır amelleri işleseler bile, alemlere rahmet olan Hz. Rasulullah (A.S.) Efendimizin saadetli yüzünü gören, ona iman eden, sesini işiten, meclisinde bulunan kimselere yetişemezler. (Lâle-kaî)
Sahabenin, kıyamete kadar gelecek olan bütün ümmetin üzerinde hakkı vardır. Onlar, Hz. Peygamber ile ümmeti arasında köprüdürler. Din, onların şehadet ve yaşantısıyla bizlere intikal etti. Allah’ın kelamı Kur’an’ı onlar ezberlediler, yazdılar, yaşadılar ve bize aktardılar. Hz. Rasulullah (A.S.)’ın sünnetini bize onlar ulaştırdılar. Büyük İslam emanetini sonrakilere onlar taşıdılar. Bu uğurda binlerce çile çektiler, vatanlarını terkettiler. Onları sevmek her mümine farzdır. Onlara buğzetmek ise sapıklık ve nifaktır.
Sahabe, Allah ve Rasulü’nün şehadetiyle temiz, adil ve sadık kimselerdir. Yüce Rabbimizin şahitliği şudur: “Onlar Allah rızası için canlarını kurban etmişlerdir” (Bakara/207) Cenab-ı Hak, onlardan razı olmuştur. (Tevbe/100) Onlar, insanlar içinden seçilmiş ve en hayırlı ümmet olmuşlardır. (Âl-i İmran/110) Seçen ve seven bizzat Allah’tır. (Hac/78) Onlar, gece gündüz Allah’ın rızasını ararlar, Allah ve Rasulü’ne yardım ederler, içleri ve dışlarıyla sadıktırlar, iman ve İslam kalplerine iyice yerleşmiştir. Allah için birbirlerini kendi nefislerinden daha çok sevip, gönüllerini dünyadan çekmiş ve böylece felaha ermişlerdir. (Haşr/7-10) Onların her biri Cennetliktir. (Fatır/32-35) Bizzat Allahu Tealâ tarafından övülen Ashabı yüceltmek için başka söze ne hacet?
Rasulullah (A.S.), ashabı hakkında şu ölçüyü koymuştur:
“Ashabım hakkında Allah’tan korkun; sakın onları çekişme ve tenkid hedefi yapmayın. Kim onları severse, benim sevgimden dolayı sevmiştir. Onlara buğzeden ise beni sevmediği için onlara buğzetmektedir. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden Allah’ı gazaba getirmiş olur. Allah’ı gazaba getiren kimsenin helak olması yakındır.” (Tirmizî, Ahmed)
0 yorum:
Yorum Gönder