728x90 AdSpace

Esrarengiz Tarih
Duyurular .....Sitemize Hoş Geldiniz.....
9 Kasım 2014 Pazar

Kul ile Allah arasında yetmiş bin perde vardı

13:15

Kul ile Allah arasında yetmiş bin perde vardır. Bu perdelerin tamamı kula aittir. Zira hiçbir perde Allah’ı perdeleyemez. Hem fani nedir ki Baki olana perde olsun! Perde kulun gözündedir. Kul ibadet ve taatıyla bu perdeleri birer birer kaldırabilir. Dolayısıyla perdeler kulun idrakinden kalkar.
İmam Tehânevî rh.a. perdelerin zulmanî (karanlık) ve nuranî (aydınlık) olarak ikiye ayrıldığını söyler. Zulmanî perdeler bedenin zulmetinden, nuranî perdeler ise ruhun nurundan kaynaklanır.  Yine Tehânevî, nefsin perdesinin şehvet ve lezzet, kalbin perdesinin Hakk’ı düşünmekten uzak kalmak ve aklın perdesinin ise kendine has manalarla oyalanmak olduğunu söyler.
***  
İbn Arabî k.s. hazretleri, kelam alimi Fahreddin Râzi rh.a.’e gönderdiği mektupta şunları yazar:
“Ey dost! İlimde kemal derecesine ulaşmak için, belli tedrisat mertebelerini aştıktan sonra, nakil ve hoca aracılığı olmadan bilgileri vasıtasız olarak Allah’tan almak lazımdır. Bilgisi sadece nakle ve hocaya dayananlar ömürlerini üretilmiş, sonradan ihdas edilmiş şeylerle uğraşarak tüketirler. Rablerinden haz ve nasib alamazlar. Bir ömür harcarlar, yine de ilmin hakikatini kavrayamazlar. Bir mürşide intisab ederek tasavvuf yoluna girsen, hiç yorulmadan ve zahmet çekmeden, Hızır gibi ilham yoluyla sıhhatli bilgiler alırsın.
***
Dervişlere göre kâmil insanın kalbi Beytullah’tır ve bir tür haccedilmesi gerekir. Zira yere göğe sığmayan Allah mümin kulunun kalbine sığmıştır. Dolayısıyla kâmil insanın kalbi ilahî tecellinin merkezidir. Bu kalbe girmek gerekir.
 �
***
Sehl b. Abdullah Tüsterî k.s. buyurur ki: “Son Peygamber s.a.v. gönderildiği zaman dünyada yedi sınıf insan vardı: Krallar, ziraatle uğraşanlar, hayvancılıkla uğraşanlar, ticaretle meşgul olanlar, zanaatkârlar, ücretli işçiler ve yoksullar… O, şu saydığımız sınıfların hiçbirini bir başka sınıfa geçmeye zorlamadı, buna yönlendirmedi. Onları çağırdığı şey, ilim, iç aydınlığı, takva ve Allah’a güven oldu.”
***
Ebu Eyyüb el-Ensarî r.a. hazretlerinin kabr-i şerifinin yerini bulan ve Fatih Sultan Mehmed’in hocası olan Akşemseddin k.s. hazretleri; “Makâmat-ı Evliya” adlı eserinin yazılış sebebini şöyle anlatır:
“Bir gün ilimle meşgulken yorulmuştum. Uyku bastırdı. Gözlerimdeki bu ağırlık nedir derken bir hal oldu, ağlamaya başladım. Sonra uyku ile uyanıklık arasında Allah Rasulü s.a.v.’in birkaç velî kulla bana geldiğini gördüm. Buyurdular ki:
– Sevdiğine ulaş! Aşık sevdiğine ulaşır. Kim gözünden böyle bir yaş döktü ise onu günahlarından arındırır, ayrıcalıklı kılarız.
Edeple duran velilerden uzun boylusu dedi ki:
– Ya Rasulallah, ona nail olduğu makamları gösteriverin.
Efendimiz s.a.v. mübarek elini başıma koydu. O anda gözümden perdeler kalkıverdi. İşte ben, bu kitapta zikredilen makamları görerek hayretler içinde kaldım. Aradan biraz zaman geçince bu kitabı kaleme almayı düşündüm. Allah Rasulü s.a.v.’in elinden neyi müşahede etmişsem ve Levh-i Mahfuz’da ne görmüşsem onu yazdım. Bunun dışında bir harf bile kendimden eklemedim.”
***
Derviş, yola kendinden çıktığı gibi yine kendine dönendir. Seyr u sülûk denen kalp ayağı ile Hakk’a yolculuk, bir bakıma dervişin döngüsünü tamamlamasıdır. Bu döngü süresince derviş her türlü imtihana tabi tutulur. Adeta benliğinden soyunur, soyundukça doğruları değişir. Çünkü algı seviyesi değiştikçe dervişin anlayışı da artar. 
***
Gavs-ı Hizanî k.s. buyuruyor ki: “Nefs yaratılış itibariyle baş olma ve liderlik arzusundadır. Latifeler ise Alem-i Emr’e (fena makamı) yükselmeden önce nefsin emrindedir ve ona şer yolunda hizmet ederler. Ancak latifeler Alem-i Emr’e ulaştıklarında nefs desteksiz, kendi başına kalır. Bu ise onun tabiatına aykırıdır, sabredemez ve latifelerin peşinden onların makamına çıkar. Burada da yaradılmışlar aleminde olduğu gibi letaifin reisi olur, fakat bu sefer onlara iyiliği emreder.”
***
Riya, şeytanın en önemli silahlarından biridir ve kişinin amellerini yakıp kül eder. Riyanın ilacı ise ilim, amel ve ihlâstır. Riyakârın alameti üçtür:
• Kimsenin görmediği yerde ibadetlerinde son derece gevşektir.
• Övüldüğünde sevinir, yerildiğinde üzülür.
• İnsanlardan beklediği kadar ilgi görmezse amellerinde azalma olur.
 �
***
Şah-ı Nakşibend k.s. hazretleri buyurmuş ki: “Zikir gafleti giderir, gaflet giderildiğinde ise sussan bile zikir halinde olursun.”
***
İstanbul’da son devrin önemli irfan ve tefekkür simalarından Ahmed Sadık Efendi, Allah dostlarının kitaplarından faydalanmak için dikkat edilmesi gereken hususları şöyle ifade eder:
“Evliyaullahın eserlerini abdestli olarak okumak gerekir. Eseri okumaya başlamadan, Rasulullah Efendimiz s.a.v.’in ve eserin müellifinin ruhlarına bir fatiha okunursa bir manevi irtibat ile feyz-i ilahî hasıl olur. Böylece eser okunurken karşılaşılabilecek müşküller çözülür. Buna rağmen anlaşılmayan hususlar olursa, inkâr edilmemeli, heybeye atıp vakti zamanı beklenmeli. Vakti zamanı gelince de anlaşılamayan hususlar birer birer anlaşılır.”
***
Abdullah ibn Mübarek rh.a., “Edebi küçümseyen kişi sünnetlerden mahrum kalmakla cezalandırılır. Sünnetleri küçümseyen ise tevhidden mahrum kalmakla cezalandırılır.” buyuruyor.

0 yorum:

Yorum Gönder

Sponsor

Esrarengiz Tarih
 
Footer'ı Göster